bugün

entry'ler (81)

dramatik yazarlık

http://blog.radikal.com.t...tik-yazarlik-bolumu-47421

uludağ üniversitesi güzel sanatlar fakültesi

oyunculuk ve dramatik yazarlık ana sanat dalları mudanya yerleşkesinde olan okul.
türkiye'deki diğer üniversiteler arasında en az rağbeti gören okul (ankara üniversitesi dil tarih ve coğrafya fakültesi dramatik yazarlık ana sanat dalı'na 200 kişi başvurur, uludağ üniversitesi'ne 7 kişi. bunların 5'i asil, kalanları da yedeklere seçilir)
rivayete göre (herkes için değil ama) genellikle cin olmadan adam çarpmaya kalkan öğrencileriyle meşhurdur. kendi yeteneksizliğini hocalara, kampüsün yerine bağlarlar. asla kendileri başarısız değildir. bir yerlerde bir şeyler ters gidiyorsa bu kesinlikle dış sebeplerden kaynaklanır. kendi içlerinde pür-i paktırlar, büyük yetenektirler. allah'ım yarabbim o çehov es kaza bahçeye gelip otursa selam dahi vermezler.

çehov kim ki?

okulu kazandıkları anda (10 kişi arasından 5'e seçildiler misal) facebook iletilerinde ani değişiklikler göze çarpar.

'hoffff, yazarlık sancıları çekiyorum, çok acı çekiyorum, keşke başka bir mesleğim olsaydı, mesela bakkal olsaydım, dehlizlerden geliyorum, esrik, dağınık, sevişgen ruhum senin celladın olacak koca yürekli adam, senin teninin kavrukluğunu yüreğimle ısıtacağım"

tarzında yazarlar. liselilerin taptığı cezmi ersöz'ün ayaklarının altından öpesiniz gelir. tuna kiremitçioğlu haşa dostoyevski'dir.

çoğunluğu muhaliftir. yeri geldiğinde ne solculuğu, ne özgürlükçüyü kimseye bırakmazlar. ancak önüne gelenle sevişirler. emek, emek diye eylemlerde de bağırırlar. ancak dediğim gibi önüne gelenler sevişirler. çünkü onlar özgürlükçüdür. sevmek, emek vermek sadece dillerindedir.

şöyle dertleri vardır: hofff, şort giydim, dekolte t-shirt giydim, elimde birayla geziyordum ve lanet olası tekel bayii bana pis pis baktı. neden bakıyor ki, ben özgürlükçüyüm, ben frida kahlo'yum. insanlar ne kadar yobaz ya, nefret ediyorum. ühühühü.

insan tanımak nedir bilmiyorken, atmosfer koklamak ne anlama gelir bilmezken, herkesi suçlama eğilimindedirler. çünkü çok acayip solcudurlar.

imla kuralları nedir, ne değildir, en ufak bir fikirleri yoktur.

ben sanatçıyım, derler. 'yahu, ne sanatçısı, sen ne diyorsun?" diyeni de 'pis kıskanç, beni kıskanıyorsun" derler. çünkü alemlerin yaradanıdır, kainatın ruhudur, varoluşsal sancılar çekiyordur, elbette ki sanatçıdır.

başucu kitapları: çoğu yarım bırakılmış murathan mungan, hakan günday, tezer özlü, aslı erdoğan kitapları.

okuduklarını da anlamazlar. keşke hakkıyla okuyup üzerlerinde düşünseler.

en büyük zevkleri de: okulun duvarına yazdıkları 'insanlar kötüydü, kitaplara sığındım" yazısının önünde açılı durup siyah beyaz filtredikleri fotoğrafı instagram hesaplarına koyup sevenlerinin beğenisine sunmak.

çünkü onlar entel, sanatçı, değişik, özgürlükçü, solcu, ayrıksı, esrik, sevişgen insanlar, insanlarımız.

eylemlerde "sansüre hayır" diye bağırırlar, ancak bir tane oyunlarının oynandığı yoktur. yazmamışlardır zaten. hiçbir oyunları sansürlenmemiştir. kim ciddiye alıp onları sansürlesin ki? sevişmek, yaralı yüreğinden öptüğüm, ayrıksı, esrik.

çok kötü yazarlar, ancak yazdıklarının şaheser olduğuna inanırlar. mesela, düşük not aldıkları zaman, metinlerinde çok sert olduklarını, müthiş sansür gerektiren yazılar yazdıklarını sanarlar. argo kelimeler kullandıkları için yazılarının beğenilmediğini düşünürler ve tanrım, bu defa eskisinden daha fena solcu olurlar. hep solculuklarından çekiyorlardır çünkü. çektikleri sancıları biraz olsun dindirmek için ayakkabılarını çıkarıp gece gece gizlice kendilerini topraklarlar. çünkü fazla sanatçı olunca böyle tuhaf ayinler yapmak gerekir, sizler anlamazsınız.

hepsi için değil elbette, bunu bir daha belirtirsem zopaynan kovalayacaksınız zira.

hep sonradan

http://cigdemkarakus.blog...ep-sonradan.html?spref=tw

sözlükçülerin blog adresleri

http://cigdemkarakus.blogspot.com/

honki ponki ile müzik piyasasına atılmak

kimin fikriydi bu, dalga mı geçiyorsunuz kardeşim siz bizimle? aklım hafazam almıyor arkadaş. Kaç yıl geçmiş üstünden hala bende yarattığı etkide en ufak bir azalma yok. Bir insan bu kadar tırt bir şarkı ismi ile nasıl müzik piyasasına atılır? bilmem ben o işleri de o kadar basamak geçmişsin, ünlü olmuşsun. Hiç mi yol yordam öğretenin, bir danıştığın, uzaktan bir akraban bile mi yok arkadaş senin? Yıllar geçti üstünden, bir "sokak kadını, vicdansız sürtük" ü bir de seni unatamıyorum faruk k.

Yahu kafayı yiyecem; allahaşkına sözlere bak hele;

"honki ponki torino
çalına bimbo porino
muşi muşi popopo kozizo
çıkı çıkı şayne tikitak tok
demedim demedim
birşey demedim
derdimi kimselere söylemedim... "

Bu kafayla avrupa birliği çok zor.

excelde formülü aşağıya çeken adam karizması

öncelikle bilmeyenler için genel birkaç bilgisayar bilgisi:

excel: msn messenger' ın son yaması.
formül: eski mısır' da bir tapınak.

bazı bilgi işlemciler var ki; a1 + b2 hücrelerini c3'te toplarken kendilerini atom parçalıyor zannediyorlar. hayatta değişmem ben onları, kimselere vermem. hele sağ elini başının üzerine koyup o gerçekten çok karmaşık bir algoritmada düzenlenmiş formülü aşağıya çekerlerken ofisteki insanlara fırlattıkları bir nömrölü bakışlarının yanına ekledikleri yarım dudak gülümsemeleri? bu gezegenden çekip gidesim var.
demişki benden uzak olsun, peki niye hergün ağlıyorsuuuuuun.

herkesin ilişkisini kıskandığını zanneden kız

üzerinde nazar boncuğu taşıyan, yıllar sonra bulduğu sevgilisini önce kırk beş saniye içinde herkese duyuran, sonra da tüm insanlar ve hayvanlar alemini sevgilisine aşık zanneden zorunlu ortak yaşama alanına dahil kız arkadaşlardır. genellikle yurtlarda, okullarda, işyerlerinde yaşar bu canlı türü.

(aşağıdaki iki diyalog yaşanmış bir olaydan kesittir -gerçek kesit dedikleri-)

- geçen ne oldu, mustafa beni yurdun kapısının önüne kadar bırakmıştı. merve de merdivenlerden iniyordu. inerken de mustafa' nın gözlerinin içine nasıl bakıyor ama, görmen lazımdı. ben yanından geçerken resmen yana çekildim, üstüne düşecekti kız görmeliydin. sonra odada da diyor ki, bence mustafa seni çok üzer bak, seni kullanır. nasıl hınçlanmış, nasıl kıskanç, nasıl kinli. kız bu yuva da yıkar. allahım nazarlardan saklasın sevdamızı.

-kafede oturuyorduk. mustafa' nın halasının kızı geldi. ben de beyaz badimi giymiştim, saçlarımı da düzleştirmiştim ya önceki geceden makineyle. çatladı tabi bu. ama görmen lazımdı. daha ikinci dakikada dedi ki: 'sizin daha okulunuz bitmeden öyle şeyler düşünmeyin bence, halam çok otoriterdir, çok katı, çok disiplindir' resmen kıskanıyor bizi, tertemiz aşkımızı. resmen. kendi bulamamış ya? ay hiç anlamıyorum ben böyle insanları. hep duamdır, allah inşallah herkese benimkisi gibi saf, tertemiz, parıl parıl, yakışıklı mı yakışıklı bir hayat arkadaşı versin. neden bu kadar kıskançlar, ne istiyorlar bizden anlamıyorum. allahım sen koru bizi yarabbi!

evet canım, resmen kıskanıyoruz seni. şahsım, dün gece resmen üç buçuk kere biyolojik olarak tüm hücrelerimle ortadan ikiye yarıldım. tanıdık tanımadık hepimiz mustafa' ya aşığız. ameliyatla ayakta duruyoruz. tillahi şu anda da bi kolumda serumla yazıyorum bu yazdıklarımı. teallahım

çocuklar uğultunuzdan kendi sesimi duyamıyorum

Yine tipik öğretmen klişelerinden biri idi kendisi.

"kendi aranızda ne konuşuyorsanız, bize de söyleyin, hep beraber gülelim", "ödevini evde unuttun, kendini neden unutmadın" gibi.

"çocuklar, sizin uğultunuzdan kendi sesimi duyamıyorum?"

derdi. Birimiz de çıkıp demedik ki nasıl bir işitme sistemine sahipsiniz ki mesela ben içimden düşünürken bile sesimi duyabiliyorum, siz konuştuğunuz halde duyamıyorsunuz. insan kulaklarını ellerine kapatınca bile kendi sesini duyabilir. Ben eğer soğuk nitrojen verilmiş, vakumlu, tamamen oksijenden yalıtılmış bir laboratuvar ortamında yetiştirilmediysem eğer, gayet duyabiliyorum.

yahu bi kere kadının neye kızdığı belli değil arkadaş?

hayatım sen kendi sesini duyamadığına mı bozuluyorsun, sınıfta gürültü olduğuna mı?

bi kere bi net olacaksın abicim.

eline koz geçince çirkinleşebilen insanlar

bunlarla mücadeleye adadım ömrümün kalan kısmını.

önce onların eline koz geçtiğinde bakışlarındaki deliciliğe, deli deli yanar dönerliğe bakınız. ne kadar vahşiler değil mi? hayal et bi "eline koz geçmiş küstah insan bakışı" nı.

eline koz geçmiş küstah insan' ı "kardeş" olarak düşünelim. elinde hiç koz olmasın bunun;

-nerde benim sweatim?
-ne bileyim ben? alahala
-allah allah uçmadı ya bu?

aslında geçen gece mesaiye kalmadığımı, o saatlerde gidilen bir sinema biletinin eline geçtikten sonra aniden karaktersizleşen, eline koz geçmiş kardeşin "eline koz geçmiş küstah insan bakışı" na eşlik eden küstah insan ses tonu ile:

-canım, benim sweatimi gördün mü bir yerde?
-tabi gördüm. ahahahaa, geçen arkadaşlara takıldım, içtim içtim, üstüne kustum, sonra da attım ne olcak? naparsın?
-olur öyle şeyler.. şe'yapma.

ne yapmaya çalışıyorsun, bu güç gösterisi kime, güzel kardeşim. hayır tansiyon hastası biliyorsun annemle babam, şimdi gidip söyleyeceksin, allah korusun başlarına bir şey gelecek, o zaman benim elimde başına neler gelebileceğini nasıl tahayyül edebiliyorsun? bu nasıl bir özgüvendir canım benim. beni kırıyorsun, üzülmeni gerçekten en son isteyecek kişi benim şu dünyada. bunu bilmiyorsun, üzüntüm buna güzel kardeşim.
beni benimle bırak canım kardeşim; omega 3 fakiri organizma ile birinci dereceden akraba olduğum gerçeğini kabullenmek için gerçekten zamana ihtiyacım var.

eline koz geçince çirkinleşebilen, adileşebilen, entelleşebilen, vurdumduymazlaşan ne bileyim sinirimden türkçe' yi unuttum, küstahlaşabilen insanlar kaldırılsın. çok didaktik bir istek ama böyle, kal-dı-rıl-sın.

çok reröreler.

türk sinemasında tokat

gün geçmiyor ki "tukaka" cılık kendine yeni yeni kulvarlar bulmasın. Son gözde türk sinemasındaki tokat'mış.
Türk sinemasında eleştirilecek zilyon tane konu varken (tema, sansür, 70'li dönemlerin seks furyası, hülya koçyiğit koşuşu, türkan şoray kuralları, karikatürize edilmiş dönem filmleri) neden üç ansiklopedi karıştırıldığı halde 'tokat' sahnesinden dem vurulmuş; bunu anlamakta güçlük çeksem de, yine de size laflar hazırladım.

sebebi çok bilimsel yaklaşarak direkt genlerimize bağlıyorum ben arkadaş.
tokat; arabesk bir millet olmamızdan kaynaklı olabilir mi?
zaten sen de kız arkadaşını bir erkekle yatakta yakalasan aklından geçireceğin ilk tepki "sille, tokat, tekme" gibi tepkiler olmayacak mı?

Burası Türkiye, burada kadınların tıpkı filmlerdeki gibi ilk maruz kaldıkları tepki "şiddet" bundan olabilir mi?

erkeklik egonuza belki de küçüklük yaşlarda ilk öğretilen dürtü "şiddet" olabilir mi?

bence "tokat" türk sinemasındaki erkek hegomanyasının doğal bir sonucudur.

Türk sinemasının da erkek egemen güçler tarafından yönetilmediği, başka bir dünya mümkün.

Neden en geyik konularda bile bu kadar sinirlenebiliyorum ki ben?

sözlük yazarlarının bilinmedik yanları

ben bademciğimin sol lobunu tek ayağımın üzerinde sekerken titretebiliyorum mesela. Hakeza izzet altınmeşe dinlerken kendiliğinden dalağımı da titretebiliyorum misal.

Vay arkadaş. Aç bir bilinmedik yanları ihtiva eden başlık, "ben sevgilimin konuşmalarını dinlerken içimden, bu güzel manzara karşısında lirik şiirler yazabiliyorum" de, biz de yiyelim di mi?

hehe kandırıkçı. ayıp öyle, bilinmedik milinmedik.

calyx

harika süper bir hatundur kendisi. şöyle ki bana özel mesaj ile süpper laflar sokmakta, geceleri uykularımı kaçırmaktadır.

(#8765766) şu entry' i benim yazdığımı zannederek o müthiş ince zekasıyla beni edebi olarak eleştirmiştir.

Kutluyorum buradan.

Benim kendisini eleştirecek herhangi bir entry' si yoktur.

Hepsi şahaser. Hepsi kral.

ayrıca şuna da geliyoruz, bak kaç ay önce yazmışım, hala güncelliğini koruyor.

(bkz: Sol frame de calyx göremeyince huzursuzlanmak)

hiçbir şeyi beğenmeyerek prim peşinde koşmak

"Prim peşinde koşma' nın derinine inmek gerekir. Bundan kasıt; her yapılan eylemin/ eylemsizliğin bir amacının olması. Eylemlerimiz mutlaka ki amaçlıdır, bunun felsefesine, psikolojisine, fizyolojisine inemem, karadüzen yaşıyorum. Sosyolog değilim, astropsikolog değilim; hayatı, insanları çözmeye çalışmıyorum.

eğer bunca yıldır "hiçbirbokubeğenmeyen" olarak tanımlıyorsan kendini, bundan iyi ya da kötü, az ya da çok bir beklenti içine girmişsin demektir. "hiçbirbokubeğenmeyen" diğer benzerlerine haksızlık etmiş olursun aksi halde. Benim bildiğim anarşist de, anarkososyalisti de, miskinin de, tembelin de bir felsefesi, peşinden gittiği bir yolu vardır. Kimse okumadan etmeden bunları olamıyor.

Başkalarının dinlediğini, okuduğunu beğenmiyorsan, "ben sizin gibi değilim, alternatifleri okurum, dinlerim" diyorsan, bunu geneline yaymalısın. Türk romancıları, şairleri sevmiyorum diyorsan, tutarlı olmalısın arkadaş. Türk şairlerin şiirlerini besteleyen adamları dinleme mesela, ne bileyim?

Bana da ne oluyorsa sanki dünyayı ben kurtaracağım.

hepimiz az buçuk kafası çalışan insanlarız, bence daha fazla yormayayım kendimi. Kendimle kavgalıyım ben, seni mi kıracam mir'im?

bak gözündeki portakal kabuğundan göremiyorsundur sen :/

hiçbir şeyi beğenmeyerek prim peşinde koşmak

Öyle ben de yeni bir şey buldum edasıyla pat diye çıktım karşınıza ama, bir saptama yapmaya değil, öfkemi kusmaya geldim. Zaten sözlükler de klavyemizi en özgür hissettiğimiz mecralar değil midir?

Bir şekil gündelik hayatımızda her yerde karşımıza çıkan tiplerdir bunlar. Arkadaş sohbetlerinde emo' lardan yakındığı görülür, "her kuşu siktik bir leylek mi kaldı dostum, boşver yapalım makarnamızı keyfimize bakalım" dedikleri görünür, kısacası pratikte gayet eylem adamları iken, iş teorikte laf yetiştirmeye gelince, iki tartışma ortamında hemencik o asık, hiç bir şeyi beğenmeme yüz ifadesini takınıp gayet safkan emo olabiliyorlar.

-hangi tür okursun?
-hmm, ben yeraltı edebiyatı okurum. Grunge dinlerim.

e arkadaşım. pardon. burası türkiye canımın içi. iki tane türk romancı söylemek neden bu kadar zoruna gitsin değil mi? gel otur şöyle, çek sandalye canımın içi. BAk sana bunları kim empoze ediyor bilemiyorum. Batının iyi şeylerini alacaksın, eyvallah. Ama teorikte hiç bir boku beğenmiyorken görünürken, pratiğe gelince misal içerken feridun düzağaç dinlersen, adam da kalkar sana sözlüklerden başlık da açar, efendime söyleyeyim altından sandalyeyi de çeker, uyuyor numarası da yapar.

çorbayı da beğenmez allah bilir?

e var mı başka alternatifin bebeğim?

içine yer altı sosu olarak haşhaş mı atalım bilemedik ki nedir olayın senin?

yiğido seni.

acta est fabula

vicdan azabı gibi bir şey.

bir çocuk kızdırır seni, tam döveceksindir "bi daha yapmıcam anne, valla billaha bir daha yapmayacam anne" diye gözünün içine bakar. Tam kapıdan içeri girecekken kapının önünde annesiyle pazarlık yaparlar ya çocuklar: "tamam anne, içeri girecem ama o terliği elinden bırak" diye ha işte öyle bir arkadaş. Herkese kullanıyor bu haylazlığını, sevimliliğini.

gider mahsustan hastalanır, yaptığın çorbayı kötülemek için hastalandığını anlarsın. gider kulis mulis yapar.

Ben böyle tiplerden her türlü aksiliği beklerim arkadaş. Tersoya yattı mı, mümkünü yok, hastayım der, aksırır, tıksırır nasıl davranacağını bilemen, hiç bilemen.

Hocaların bunu el üstünde tutmasının altında da bir şeyler sezmiştim zaar.

Lan?

acta est fabula

okudukları, yazdıkları, çizdikleri, dinledikleri, gördüğü filmler, izlediği oyunlar, yeraltı edebiyatı vs. üzerine uzun uzun sohbet etmek istediğim bir arkadaştır kendisi. Keyiflidir sohbeti de. Fakat ne zaman kendisine bu konular odaklı konsantre olup başvursam; hep aynı sorun zönk diye dikiliyor karşıma: "kıyafetleri"

Evet. Kıyafetleri konusunda profesyonel yardıma ihtiyacı olduğunu gözlemliyorum ne yazık "acta est fabula". Söylemeye dilim varmıyor, hadi ben biraz ipucu vereyim de sen ordan çıkar arkadaşım: "kez..." gibi giyiniyor.

bu da sanırım dış dünya ile onun arasındaki en temel sorun.

Sana kıyafet seçiminde başarılı kompozisyonlar, zevkli kombinasyonlar diliyorum.

saçınızı hangi tarafa ayırıyorsunuz hanımefendi

-saçınızı hangi tarafa ayırıyorsunuz hamfendi?
-karınca yuvalarının olduğu yere.
-Kuzey' e yani? hmm. var mıydı özel bir nedeni pardon?
-Manyağım ben.

saçınızı hangi tarafa ayırıyorsunuz hanımefendi

Kadınların kuaförlerde fön çektirirken maruz kaldığı ecel sorusu. Çok tuhaf lan. Biliyorsun, her fön çekişinde illa ama illa ki soracak, bi kere buna kurmuşsun kendini. Yani saçını en azından yirmi küsür yıldır hangi tarafa ayırdığını tabiîki biliyorsun. Ama işte o soru geldiğinde hep bir heyecan, hep bir tatlı telaş, ne bileyim? kurabiye reklamı gibi bir uslubum oldu, farkındayım, tatlı telaş, yeni gelin hevesi falan nebçim kelimeler bunlar ifade edemiyorum. Yine oldu bak.

-Saçınızı hangi tarafa ayırıyorsunuz hanımefendi?
-eee şey, şeey. .........

Sanki kadın önümüzdeki beş yıl için kafamdaki kariyer planlarımı sordu? fön makinası yukardan on beş dakikadır üfürdü sıcak sıcak enseye enseye ondan mı, dakikalarca aynada kendini izlemenin yarattığı boşluk mu?

Nesin sen ha?

asdjasdjx.

ömer lütfi akad

"adapazarı' na gitmeye hazırlanıyorduk. gitmeden önce bazı siparişler vermek üzere biriyle buluşmam gerekiyordu. birden, üstümün başımın pek güven verici olmadığını fark ettim, özellikle ayakkabılarım çok kötü durumdaydı. taksim sineması'nın (şimdi devlet tiyatrosu' nun bulunduğu bina) uzun duvarı boyunca art arda dizili ayakkabı boyacılarına doğru hızla yürüdüm, az vaktim vardı, en öndekinin sandığına ayağımı koydum. "çabuk usta, şişir, acelem var" dedim. boyacı başparmağı ile arkayı gösterdi. "arkadaki arkadaşa geç beyim" dedi. "neden, ne oluyor?" dedim. "ben ayakkabı boyarım" dedi adam, "bu benim işim, şişirme istiyorsan arkaya geç" bir an kalakaldım. bütün alacağı yirmi beş kuruştu, bir liranın dörtte biri. ayağımı sandıktan çekmedim. "buyur, bildiğin gibi boya" dedim, "hakkını ver" beni bekleyen sonsuza kadar bekleyebilirdi, ben burada hayatımın dersini alıyordum."

lütfi akad, ışıkla karanlık arasında, sayfa 24.

ali elverdi nin cenaze namazını kıldıran imam

http://videonuz.ensonhabe...hakime-helallik-istenmedi